Ana Sayfa Köyümüz Köylülerimiz Şiirler - Yazılar Galeri Rehber Basında Biz Yönetimimiz İletişim
SULTAN AHMET'TE BİR GÜN

kemal özerin kaleminden 6. istanbul buluşması

 

 
    Birkaç hafta önce aktif asker delikanlılarımızdan bir telefon aldım. (Oysa eskiden ‘bir mektup aldım’ derlerdi) Yarımada’nın en güzide bölgelerinden Sultanahmet’teki merhum Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatı Dergisi’nin tarihi mekânında İstanbul havasını soluyan Armutluluların çay sohbeti yapılacağını belirtip benimde icabet etmemi rica etti.
 
Programa İstanbul’un çalışan ve/veya okuyan 15 dolayında gencin sanı sıra Hüsnü Tuna bey ve ben katıldık. Güzel bir ortamda, 3 saat kadar süren sohbet, gençleri daha yakından tanımıza vesile oldu.
 
Bu tür etkinlikle kuşaklar arasındaki kopukluğu giderdiği gibi, bilgi alışverişine de vesile olduğu kesin. Yüksek öğrenime devam eden yüze yakın genci olan bir köyün 700 Km uzaktaki İstanbul’da bile bu kadar çok öğrencisini olması son derece sevindirici bir durum.
 
Tıptan mühendislikler, ilahiyattan diğer sosyal bilimlere kadar farklı alanlarda eğitim gören yeni bir neslin varlığı heyecanlandırıcı elbet. Orada gençlere de söyledim asıl mesele üniversite bitirmek değil. Evet, artık mesleki bir kariyer için üniversite şart. Ancak başarılı olmak veya seçkin olmak için diploma yeterli değil.
 
Mesela 1940’la ortaokul 3. sınıflar için hazırlanmış bir ‘Tabiat Bilgisi’ kitabının niteliğini ne yazık ki günümüz üniversite kitaplarında bulmak hayli güç. Ben farklı alanlarda eski eserleri topluyor ve okumaya gayret ediyorum. Günümüzde yazılanlarla arasında hem bilgi, hem de samimiyet açısından büyük fark hissettiğimi belirtmeliyim. Zaman geçtikçe ve bilgi çoğaldıkça ne yazık ki keyfiyet yani kalite azalmış.
 
Gençlerle buluşana dek, kendimi daha 20’li yaşlarda hissediyorum nedense. Ama bu sohbete katılan gençlerin 3’nün benim ilkokul ve ortaokul sınıf arkadaşlarımın çocukları olduğunu, hatta bir bölümünün benden daha küçük köylü arkadaşların çocukları olduğunu öğrenince gençlere kızdım(!) Çünkü bu hâl, sanki bana yaşlandığımı haykırıyordu.  Demek ki zaman sandığımızdan da çabuk geçiyor, zamanın kıymetini yerince idrak edememek çok acı verici. Bu nedenle gençlerin zamanlarını çok verimli geçirmeleri şart.
 
Lise çağlarına kadar hiç doktora gitmediğimi ve ilaç kullanmadığımı biliyorum. Hatta 35-40’lara kadar da pek gitmedim. O zamanki gidişler ise göz vb ciddi sağlık sorunu olmayan hallerdi. Çünkü biz, günümüzün değersiz sentetik söz gıdalarını değil, köyde yetişen nitelikli ürünleri yerdik. Oysa ne acıdır ki, günümüz çocukları doktor ve ilaçla daha anne karnında tanışıyor. Gün geçmiyor ki hastanelere yolları düşmesin. Aynı hâl hem köyde, hem de şehirlerde yaşanlar için geçerli ne yazık ki. Aradaki makas hızla kapanmış durumda.
 
Çünkü görüyorum ki köylülerde ekmek, salça, pekmez, sirke yapmıyor. Köylülerde kola vb zararlı şeyleri içiyor. Ekmeğini bile şehrin niteliksiz ve sağlıksız sözde ekmeklerinden temin ediyor. Kuru üzüm yerine şeker ve çikolata kılıklı zehirleri yiyor. Hatta tavuk beslemek yerine yumurtasını bile şehirden alıyormuş. Şehrin kalitesiz sentetik ürünleri dağdaki çobanımızın bile azığını süslüyor. Biz İstanbul’da köydeki ota hasret, köydekilerse şehrin kalitesiz yapay ürünlerine.
 
Çok acı vericidir ki bu gidiş, hayra yönelik bir yolculuk değil. Bir düşünün, dün köyümüzde kanser nedir bilen var mıydı? Ama son yıllarda 20’li yaşlara bile erimemiş genç fidanlar kansere yeniliyor. ‘Şeker hastalığı’ nedir diye bilmeyen köylülerin neredeyse önemli bir kısmı diyabet olmuş. Eskiden köylü olmak bir ayrıcalıktı ama artık bu değişen davranışlar nedeniyle kayboldu.
 
İstanbul’da çalışma masamın yanında iki adet yaba, bir adet 2 uçlu dirgen, eski gaz ocağı, dededim ahşap terazisi, ellikler, ip bükme çarkı, söğütten ve buğday sapların sepet ve seleler duruyor. Onlar bakmak, bana modern aletleri kullanmaktan daha büyük bir keyif veriyor. Çoğu zaman duygulanmama ve düne dair özlemlerime yol açıyor.
 
Kıtlığı yaşamamış olmasam da yokluk dönemlerini görmüş biri olarak, modern dönemin eşyaları tat vermiyor bana. Sevmiyorum elimdeki cep aletlerini. 1983’de tanıdığım ve 1989’dan bu yana elimden düşmeyen bilgisayar huzur getirmiyor insana. İnternet çağında kendimi fişlenmiş hissediyorum. Hissetmenin ötesinde öyleyim ve öyleyiz. Kredi kartı denilen illetle aram yok ve 14 yıldır kullanmayanlardanım.
 
Çocukluğumda bazı bira firmaların kuru üzüm toplamaya geldiğinde onlara üzüm satanların kınandığını hatırlıyorum. Ama duyuyorum artık köyümde kredi kartı veya banka kredileri yüzünden faize bulaşmayan neredeyse kalmamış. Aradan 30’dan fazla yıl geçse bile, Dereli Mustafa Efendi’nin rahmetli amcam Değirmenci Süleyman’a gençlerden birinin aldığı piyango bileti ikramiyesi için söylediği sözleri kulağımı çınlatıyor.
 
Biz eskiden hububat, meyve ve sebzemizin tohumlarını saklar, yeniden ekerdik. Zaman zaman köyden eski tohumlardan tedarik etmek istediğimde ‘ne yazık ki kalmadı’ şeklinde hep kötü haber geliyor. Kahroluyorum buna. Oysa tohum özgürlüktür ve yaşamın kaynağıdır. Köylülerin tabiriyle ‘ziraattan alınan tohum’, bağımlılık ve köleliktir. Hürriyetini başkalarına peşkeş çekmektir. Dahası sağlıksız beslenmemize yol açıyor. Keşke herkes önceki temiz tohumlarımıza sahip çıkıp, onlarla ekip dikse! Keşke dağa taşa tarım ilaç ve gübresi adlı zehirleri boşaltmayı terk etsek. Ah keşke eski beslenme alışkanlıklarımıza geri dönsek. Keşke anne ve babalar eski hikmetli bilgileri ve bilgelikleri çocuklarına uygulayarak gösterse. Unutmamalıyız ki bütün bunlar bizim yaşamımızı zorlaştıran kötü ürün ve hasletler. Üstelik yaratılışla savaş, dolayısıyla vebal!
 
Eskiden basit, küçük ve zor gördüğümüz hayat, tabiatı dolayısıyla da bizleri sağlıklı kılıyordu. Nesil emniyeti ve bereketine vesile oluyordu. Şimdi hepimiz hastayız ve bunu sorumluları da bizleriz. Ne yazık ki Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle ‘başımıza gelenler yapıp ettiklerimiz yüzünden…’ (Saf 30)
 
Belki 60-70’lere gelmiş anne ve babalar çocuklarına eski mirası/emaneti bu vesileyle anlatırlar. Belki ‘köy heyeti’ çıkıp köye bir müze kurar ve müzede eskiye ait ne varsa toplayıp kimliklendirir ve sergiler. Eskiye dair bilgelik ve sanat ürünleri gelecek nesillere dünün hakikatini öğretir. Belki içimizden biri çıkıp, son yüzyılda vefat eden eski insanların nasıl beslendiğini,  önemli hastalıklar geçirip geçirmediğini, kaç yaşında vefat ettiğini araştırıp yayınlarda pek mahir bir şey sandığımız yeni yaşamın şerrine dair gerçekleri genç nesil öğrenme imkânına sahip olur.
 
Eski sadece özlem duyulan bir şey olmaktan ziyade; öğretilen, aktarılan ve yaşatılan bir değer olduğu müddetçe korunur. Günümüz çocukların bilginin İnternet denilen dipsiz kör çukura ait bir şey olmadığından haberdar olurlar. Bilginin Hz Âdem Aleyhisselam’dan günümüze vahiye eklenen tecrübe ile şekillenmiş, kadım hayat pratikleri olduğunu görürler.
 
Gençler toplantıya dair duygularımı kaleme almamı rica ettiler. Gözlerinin içi parlayan bu değerli gençlerin hepsine bu vesileyle teşekkür ederim. Allah yollarını açık etsin. İnşaallah hepsi zamanın kıymetini bilen, bilge ve erdemli insanlar olurlar. Zamanın hakkını verirler. Aralarından Sinan gibi mimarlar, Aliya İzzetbegoviç gibi liderler, Gazali gibi düşünürler, İbn-i Sina ve er-Razi gibi hekimler, Ahmet Cevdet Paşa gibi hukukçular, Abdülhamid Han gibi siyasetçiler, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi şair ve edipler çıkar. Hepsinden önemlisi ümmetin ihtiyaç duyduğu faziletli nesiller olurlar.
 
Bunun için; ‘helâl ve temiz’ (Taha 81)  lokma yeme, Hz Peygamber s.a.v.’i tek rehber olarak görme, Kur’an-ı okuyup doğru anlama, çok okuma ve bol şükür yeter. Malum, Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetine sarılmak her birimizi eşsiz kimseler kılar.
 
Hep ümit vardık, tüm eksiklerimize rağmen daha fazla ümit varız. Sevgili gençler iyi ki varsınız! Yolunuz ve bahtınız açık olsun!
 
Kemal Özer
13 Mayıs 2013
İstanbul
 
 
 
 
 

 


17.05.2013

Yorum Yaz
İsim Soyisim :
Yorumunuz :

Kerim İŞLER 20.05.2013 01:04:58
Kemal Hocam yüreğinize, kaleminize sağlık.Siz ve sizin gibi değerli büyüklerimizin tavsiyeleri her daim yolumuzu aydınlatacaktır.

Mehmet Bütüner 18.05.2013 22:12:29
Kemal Hocam kaleminize sağlık çok güzel olmuş

 
Copyright © 2012 Konya Bozkır Armutlu Köyü.