Bir an için sıyrılın çevrenizi saran konfordan, araç gürültüsünden, bitmek bilmeyen kazanmak hırsından. Uzak yakın tüm köylülerim dipsiz dünya tasalarından ve kaypak çimentoyla sıvanmış yalancı saraylarınızdan koparın bakışlarınızı. Yaka silkin şehrin uzayıp giden sokaklarından, kimliksiz gecelerinden ve sahte telaşlarından.
Gözlerinizi serin bir karanlığa kapatır gibi şefkatle yumun soysuz kentin ateşten görüntülerine.
Kaygısız bir sabah düşleyin sonra. Mesela gökyüzünün sabah ezanlarıyla cilalandığı, horoz sesleriyle şenlendiği ve mutmain insanların daha gün ışımadan ayaklandığı bir Armutlu sabahı hayal edin. Sizi çepeçevre kuşatan duvarlarda bahtınız kadar ak badana ile bezeli toprak sıvalı bir evde bulunun mesela. Guzinenin üzerinde ‘dığırdayan’ demlikten boşanan buhar, pardıdan ve toprak sıvadan bir zengin kıvam alıp yine size dönsün. Kış sonu ve baharın önü bir mevsimde bulunun örneğin.
Azıklarınızı ve malzemelerinizi hazırlayıp henüz gün ışırken eşeklerle, katırlarla yola düşmenin keyfini sürün. Belki Mere’ye belki Çardak’a belki Eskibağ’a uzayıp giden yolculuğunuz sırasında tek telaşınız yolda görüp de selamlaşmadığınız kimsenin kalıp kalmadığını düşünmek olsun.
Ben neredeyse çocukluk zamanlarının tüm yazlarını Armutlu’da geçirmiş bir şehirli çocuk olarak, o yollarda büyümüş akranlarımı ve büyüklerimi hep kıskandım. Onlarla bir araya geldiğim her ortamda köyle ilgili mevzulara kulak kabartıp da yabancı kalırsam eğer inanın hırpalanmış hissettim kendimi.
Akçişme’nin şahitlik ettiği tazecik bayram sabahları bilirim; dedenin zirvesindeki türbeye uzanan yağmur dualarını; Çimenbunarı’nda arkadaş oyunlarıyla sarmaş dolaş gelincik tarlalarını bilirim. Ramazan aylarında iftar öncesi, şimdi bir hatıraya dönen, ağılın harmandaki maçları seyretmenin keyfine doyabilmiş değilim. Bir otobüsün üstünde, sırf bayram ziyareti için katlanılan çilelerin tanığıyım.
Her gün süt değişiği yapan kadınların o tuhaf ölçme usulü ‘çöplemeye’ hâlâ akıl erdirememişsem de onların mübarek elleriyle yayıklardan devşirilen gazoz biçim ayranları unutabilmiş değilim. Ve bir harman vakti Rahmetli Goca Mevlid’in evinin dibinden çömelerek seyretmiştim; saman yığınları üzerinde yangınlar çıkararak doğan bir sabah güneşini.
Bilmem ayıplar mısınız beni; ama köyde dolu dolu geçen bir bağtimarının lezzetini şehirde ne yaparsam yapayım bulamıyorum. Eşeğinin üstünde bağına bahçesine yollanan dedem çağındaki bir ihtiyarın durup da halimi hatırımı soruşundaki samimi alakayı hiç kimselerde göremiyorum. Yolları bozuktu o yıllarda köyümün ama Akçişme gürül gürül akıyordu; evlerde çeşme yoktu belki ama camilerin cemaati kahvehaneden daha kalabalıktı; traktör icat edilmemiş gibiydi bizim için; ama ekin dağlarında, bağ yollarında imeceyle yürekleri büyüyen mütevazı adamlar ve kadınlar vardı. Şimdi sırt sırta vermiş evleri o tatlı rüyadan koparan uydu antenlerine nasıl beddua etmeli bilmem ki. Köylülerimin yüreklerindeki merhameti, yüzlerindeki mütevazı tebessümü çalan dumanlı kahve köşelerine ne söylemeli? Hangi ilaç dindirir dedikodu belasına fesada verilmiş ahbaplıkların yarasını? Ne anlatmalı size ey çocukluğumun ve ilk gençliğimin aydınlık yüzlü kahramanları? Ne anlatmalı ki yeniden ayaklansın Akçişme, ne anlatmalı ki çiçeği burnunda camimiz ve diğerlerinin yalnızlığı tükeniversin, ne anlatmalı deyiverin düğen sürdüğünüz zamanlardaki kanaatkârlığınız geri gelsin? Başka görmen söylediklerimi. Allah’a inanan herkesin taşıdığı bir ümidin hamalıyım ben de. Başka sığınacak neyimiz kaldı tövbe itmek ve dua etmek olmasa. Bu anlattıklarımı da bir dua kabilinden sayıverin gayrı. Kusuru benden bilin, kıymeti Hak’tan.