Evvel bahar geldi. İşte bir şükür mevsimi daha başladı. Gündüzü geceden, baharı kıştan ayıran Rabb’ime şükür. Kalbime merhameti ve şefkati koyan Rahman’a şükür. Şükür özlemeyi ve ölümü kardeş yapan Allah’a.
Bahar, en çok bir köye yakışır diye düşündüm hep. Hakiki manasıyla köylerde yaşanır her mevsim. Zira hayat, mevsimlere göre biçimlenir köylerde. Oysa şehirlerde mevsimler, hevesler için basit birer dekora dönüşür. Kışın kartopu, baharda ve yazda bereketsiz piknik ve tatil tafraları… Güz hobiler mevsimi; yağmur yürüyüşleri, yaz artığı sefa düşkünlükleri… Hepsi bu!
Armutlu’ya da bahar gelirdi tüm cümbüşüyle. Armutlu insanı da olması gerektiği gibi ağırlardı bu misafiri. Kışın ataletinden kurtulmak için tüm hazırlıklar yapılır ve bir sultan gibi muti bir edayla karşılanırdı eskiden bahar. Eskiden diyorum; çünkü şimdilerde içinden geçtiğim harap bağların sayısı bir yürek yangınına yetecek kadar çok. Bahar demek bağ demek bizim oralarda.
Rahmetli dedemle Mere’ye, Dere’ye, Çaradak’a her yol uğrattığımızda, komşu bağları elinde büyümüş akraba çocukları gibi anlatırdı. Harap kalmış her bağı ise ölmüş; ama cenazesi ortada kalmış bir dost gibi hüzünle tanıtırdı. Kepirleri, ayakta zor durulan yamaçları emek emek cennete çeviren insanların mümtaz hikâyelerini çok dinledim. Başta nefsim olmak üzere vefasızlık abidesi neslim, kapitalist çağın çıkar telaşıyla unuttuk o eski dostları. Bağlar hayat kurardı hâlbuki. Bağtimarı ve bağbozumu zamanları insanımın fiili olarak şükür için hazırlandığı zamanlardı.
Üçüncü cemrenin toprağa düştüğü Mart sonu Nisan başı tarihlerde bağlar için bayram başlardı. Bışgılar Tatoğlan’ın Bayram’a ya da Mullallar’ın Abdıraman’a dişetilir, gazmalar, pulluklar hazırlanırdı. Zobaların üstünde haşlanan patatesler, yumurtalar yoka ekmeklerle gün doğmadan çıkınlanırdı. Ağzına darı kundağından kapak yapılmış testilere pekmezler konur, pekmeze karıştırmak için azığa bazen gavıt bazen de yoğurt eklenirdi. İnsanım, rızkının delisi karıncalar gibi dipdiri düşerdi yollara daha gün ağarmadan.
Goyunböğedi, Harabarası, Hanın Yanı, Galenin Yanı, Dişbudaklı, Gökceviz, Çörekçi insan sesleri ile rengârenk bir meydana dönerdi. Toprak ve insan… Ezelden kardeş bu iki unsur, vefa nasıl bir şey şahitlik ederdi. Gamıtça, Salın Altı, Mere, Çardak bir gelin gibi donanırdı. Boğazlar gazılır, bağlar budanır ve sürülürdü. Bağ sürmek için en az iki hayvana ihtiyaç vardı. Eskiden öküzlerle sürülürdü bağlar. İki hayvanı olmayanlar kişşikle sürerlerdi bağları. İnsanın birbirine muhtaçlığı nimetten sayılır, bu vesileyle muhabbet artırılırdı eskiden.
Guşluk vakti olunca guru üzümle karıştırılan gavrulmuş nohut yani çerez yenir ve heyecan tazelenirdi. Budanan çıbıklar kimi zaman evlere dayanmış çelkiler için bir duvar, kimi zaman eylülde bekmez kaynatmak için yakacak, kimi zaman da bağların sarayı cergeler için dam olurdu. Cerge… Allah’ım o ne güzel sığınaktı. Güneşten, yağmurdan ve mahrem gözlerden gölgesine sığınılan saray. Sırtını mutlaka bir gayaya virmiş, iki yanı harçsız daş duvar olurdu. Gorudan kesilmiş ardıçlar bir orta direkle tamamlanınca üzeri çıbıklar ve pür dallarıyla kapatılırdı.
Haziran ayında filis alınır, bağotu çapalanır ve kükürt atılırdı. Filisli aş bu zamana has bir lezzetti ki yemeyen bilemez ne nimettir o. Ağustos’ta sergilikler hayvanın alığıyla depilir ve serilecek üzümler kesilirdi. Ağ üzümler küllü suya batırılır ‘bandırma’ yapılırdı.
Eylül sonu Ekim başı ise bekmezlikler kesilirdi. Cübürük Meymed’in, Cübürük Musa’nın, Sarıgabak’ın el emeği göz nuru söğüt sepetlerle, Eğiste’den alınan köfünlerle evlere taşınan 50-60 yük bekmezlik şıranalarda çiğnenirdi. Şıralar dağarlara alınır, içine çoğu zaman Memedali’den getirilen bekmez toprağı çalınırdı. Gazanlarda aşırılan bekmez son olarak bekmez ileğeninde yedi sekiz saat gaynatılırdı. Bekmezden sonra hevenkler kesilir güneş almayan gilarevine asılırdı.
Şimdilerde de bekmezler gaynatılıyor elbet. Bağtimarı ve bağbozumu zamanları yine var. Ama adı tarihe karışıp giden eski bağların ve gayretlerini omuzlayıp veda eden eski insanların bir örneği daha var mı bugün bilmiyorum. İlk öğretmenim dedeme ve her köy bahsi geçtiğinde gözlerinin içi gülen anama ne çok şey borçluyum. Onlar olmasa güzel insanlar beldesi köyümü hakkını verebilecek kadar sevemezdim biliyorum.
Gönlünüz şen, gözünüz aydın olsun. Azınız çok, dertleriniz yok olsun. Böyük laf ettiysek, yanlış söz söylediysek kusurumuz af olsun. Allah yâr olsun. Daha ne olsun. Vesselam…